Çarşamba, Temmuz 16, 2025
Ana SayfaYazarlarPüsküllü Çekyat

Püsküllü Çekyat

O yaz Fenerbahçeli Müjdat futbolu bırakmıştı, Altayspor’la İzmir’de yaptıkları maçta sakatlandı. Dört ay sahalardan uzak kalacağını TRT 1’de izlemiştim. Sonra ne olduysa, sahalara dönmesine bir ay kala futbolu bıraktığını açıkladı. Sağlık durumunun iyi olduğunu, bırakmasının nedenini daha sonra açıklayacağını söyledi uzatılan mikrofona. Üzerinden dört ay geçti, Müjdat bir şey açıklamadı ve kış geldi.

Kar yağmaya başladı. Sırtında onun olduğunu görebilirdiniz, babamın sırtında boş kömürlük vardı. Yani onun mahcupluğu. Az önce haberler söyledi, yarın ve ertesi gün çok kar yağacakmış. Püsküllü çekyattan kalktı babam. Dört yıl önce ilk maaşının heyecanıyla almıştı ablam çekyatları ve aynı akşam sanırım hafta sonuydu, evet hafta sonuydu, küçük bir kamyonette gelmişti çekyatlar. Ablam üç gün boyunca yapacağı sürprizin heyecanı ve stresi yüzünden akşamları kusmuştu. Babam, bir gece kusarken yakaladı ablamı, hamile olduğunu düşündüğü için dövdü. Ablam yediği tokatlara rağmen söylemedi. Ertesi gün anneme söylemek zorunda kaldı, çünkü babam doktora gitmelerini söylemişti.

Çekyatlar geldi. Babam, ablama sarıldı. “Paranı dikkatli harca.” Ablam büyük olan çekyata oturdu. Birkaç defa üzerinde oturup kalktı. Sonra rahat olduklarını görmesi için babamı ısrarla oturttu. Annem, “Elinde sigara varken olmaz,” demeye kalmadan… Yanık nokta. Bir delik açılmıştı döşemesinde. O günden sonra babam ne zaman mahcup olsa, “sigara yanığı” derim. Küçük delik zamanla büyüdü. Abim sigara deliğinden içeri girdi, sonra kızların üç numarasının orospuluğu, benim astımım, Almanya’da olan amcamın göndermediği paralar, onların her geldiğinde marketten alınan tavuklar, veresiye defteri. Sonra koltuktaki deliğe annem bir yama yaptı. Kendi canından. Beline kadar uzanmış ve her zaman ablama ördürdüğü saçlarını, örgünün dibinden kesip koltuğun orasına, undan yaptığı tutkalla tutturdu. Püsküllü çekyat.

İki gün daha karın yağacağını duyan babam, bir cephe daha kaybetmiş general gibi koltuktan fırladı. Kömürlüğün kapısının sesini duydum, sonra babamın komşudaki annemin adını bağırışını… Annemin adı sokakta yankılanıyor. “Emineee!” En son bundan otuz yıl önce bağırmış babam annemin adını. Elektrikler kesildiğinde mutlaka annemi anlatırdı.

Erzurum’la Erzincan arası adımla iki gün ama ben bir günde alıyorum. Aha bu Mehmet kadarken çobanlık yapıyordum. Kestirme yollar biliyorum. Nehirden geçerdim. Buz gibi suyu, şimdi şehirli adamı atsanız o suya bir dakika dursun, iki gün sonra zatüreden ölür. Kurt mu? Zaten bir gün sürüyor. Onun da karanlık kısmında yüksekte yürüyordum. O kadar yükseğe kimseler çıkamaz. Vallahi yalan olsun olmasın, şimdiki uçaklar o kadar yükselemez. Vardım Erzincan’a annenizin köyüne, kahvede biraz oturdum. Sonra muhtara gidip konuştum. Çıkışta anneniz ve Şengül teyzenizle yolda karşılaştım. İşte o zaman onu kafaya taktım. Benle beraber iki çoban daha ve üç beş köpek verdiler. Ama şimdi o köpekler at kadar varlar. Bu bizim Ahmet binse sırtına taşır. Köyün bütün koyunu keçisi ne varsa çıkıyoruz. Her gün öğlende biri bize yemek getiriyor. Ben tabii saydım, anneniz üç günde bir getiriyor. Tabii, öyle yaylaya çıktımı aylarca kalıyorsun. Şimdi şehirli birine desen ki çık yaylaya da iki gün kal, dayanamaz. Annenize söyledim, kaçıracağımı. Hiç ses etmedi, başını eğdi, yemeği bıraktı, kirlileri aldı gitti. Bir iki hafta gelmedi. Neyse sonra geldiğinde ayın sonunda hayvanları indireceğiz; birkaç gün de para için bekleriz, hazır ol dedim. Hayvanları indirdik, eksiksiz. En iyisiyim çobanların. Muhtarla beraber her ahıra sayarak eksiksiz teslim ettik. Bizi, damı olmayan içinde belli ki arada bizim gibi gelenlerin sadece uyumaları için yapılmış yer döşekleri vardı. Üzerimize de çapul bir şeyler vardı, onları verdiler. Parayı aldık. Ben bir gece de tepede kaldım. Sonra tekrar indim köye, annenizle Şengül teyzenizi gene görünce bağırdı adını. Şengül teyzeniz arkasından bağırdı dayılarınız adını. Peşimize düştüler Erzurum’a kadar, sonra evlendik.

İçeri beraber geldiler. Anneme komşudan üç beş teneke kömür istemesini söyledi. “Almanya’dan para gelince kömür alacağız, o zaman veririz.” Aybaşında veresiye defteriyle de annem giderdi markete. Bu tür zamanlarda annemin tüm vücudunda çocuklarda çıkan kızamık lekeleri gibi diş izleri belirirdi. Tenine geçerdi sözü, onunla beraber yanardı yüzü. Annemin nasıl ağladığını görmediğimiz haliyle komşudan aldığı üç teneke kömürü sobanın yanına koydu. Ağrıyan sırtını gözlerime yerleştirdi. Babam mutlu şekilde kahveye gitti.

En büyük ablam çalışıyordu. Diğer iki tanesi yazın çalışıyordu. Tezgahtarlık. Abim, okul sonrası çalışıyordu. Köfte arabasında çırak. Ben sabahçıydım ya da akşamdan kalmacı, uyumaz hep hayal kurardım. Bir gün okuldan döndüğümde üzerimi çıkartırken annemin diğer odadaki sesini duydum. Duvarı elledim, sadece boya vardı, başka hiç. Annem sürekli duvara bakıp dua ediyordu. Televizyonun olduğu basit bir oda ve duvarlar vardı. Annem duvarla konuşuyordu. Hz. Ali’den yardım istiyordu.

Kar yağmaya başladı. Ve Hz. Ali, elinde Zülfikar’la karları kılıçtan geçirecekti. Annemin suratında öyle bir ifade vardı. Hz. Ali muhtemelen o gece akşam bileklerini kesip intihar ediyordu. Çünkü karanlık olduğunda kar iyice yükselmişti ve iki gün daha sürecekti. Babam eve geldiğinde, annem ona su saatinin donduğunu söyledi. Elinde kazmayla su saatinin başına gitti. Bir adamın onurunu kimse donduramaz. Annem, abimle bir demlik sıcak su gönderdi, babam saatin üzerine döktü, musluklar akmaya başladı. Annem bu defa eski bir kazak gönderdi abimle babama, saate sarması için. Babam kazağı sarmadan önce bir sigara yaktı. Yanına iki tane adam yaklaştı ve bir şeyler verdiler. Pencereden onları gördüğümü fark etti. Adamlar gidince su saatine kazağı sardı. İçeri girdi, önce anneme yarın marangozdan talaş alıp bu defa onunla saracağını, yoksa kazağın en fazla bir gün dayanacağını söyledi. Sonra püsküllü çekyata oturup haberleri izlemeye başladı. Orada olduğumu biliyordu. Bazen düşüncenin yanınızda olduğunu bilirsiniz, oradadır ama konuşmazsınız. Babamla aramızda şimdi bilmediğimiz bir sırrın sözünü tutuyorduk. Gözüme bakmıyordu. Babam anneme, ablamın hâlâ neden gelmediğini sordu. Annem de abime, “Demliği getirdin mi?” diye. Babam anneme bir daha sordu. “Kızın nerede?” Yollar tıkanmıştır, o da arkadaşında kalmıştır. Spor haberleri başlayınca babam mutfağa gitti. Ablam o gece eve gelmedi. Üç gün sonra, kar bittiğinde geldi.

Ablam solcu olmuştu ve sesi değişmişti. Büyüdüğünden değil, solcu olduğu için sesi değişmişti. Ailemizi yıkıp bir an önce yerine paylaşımcı bir yapı gelmeliydi. Ablam solcu olmuştu ama babam daha çok düşünüyordu. Farkında olmadan, koltuğun yanındaki püskülün tutkallarını tırnağıyla kaldırdı. Sigara deliği tekrar açıldı. Bu defa deliğe ablam girdi. Çekyatın altına dünya klasiklerini koydu annem. Duvarla daha çok konuşuyordu. Dua.

Kar yağışı bitmişti. Okulda derste öğretmen gazete okuttu. Hepimiz sırayla gazeteden haber okuyorduk. Sıra bana geldi. “Vi-et-nam-lı ço-cuk-lar gün-lü-ğü ya-rım do-lar-dan da-ha az pa-ra-ya ün-lü spor a-yak-ka-bı mar-ka-sı-nın e-ti-ke-ti-ni a-yak-ka-bı-la-ra di-ki-yor-lar.” Gazete bende kaldı. Tam üç yıl boyunca Kur’an sıfatında sakladım. Can korkutmuştu. “Oğlum öğretmenin gazetesi, isterse geri…”

Aynı akşam Vietnamlı çocukların fotoğrafına bakıyorken, arkadaki spor sayfasını çevirdim. Hasta yatağında Müjdat’ın röportajı vardı. Futbolu neden bıraktığını anlatıyordu.
“Saati bir dolardan daha az paraya dikiyorlar maç yaptığımız kramponları. Ayağım, vicdanım gitmiyor.”

isa Balcı
isa Balcı
Küçük hikâyelerin büyük izler bıraktığına inanan bir anlatıcı. Anıların, çekyatların ve suskunlukların dilinden konuşur. Kalemini, çocukluk kışlarına, kırık döşemelere ve aile sırlarına daldırır. Gerçekten ilham alan kurgularla, geçmişin sessizliğini bugünün kelimelerine dönüştürür.
DİĞER HABERLER

en çok okunanlar