Cuma, Mayıs 30, 2025
Ana SayfaKöşe YazısıSultan’ın Elmayı Isırışı Mukadderat mı?

Sultan’ın Elmayı Isırışı Mukadderat mı?

Geç bir değerlendirme yapacağım, doğrudur. Mukadderat’ı şimdi ele alıyorum. Açıkçası pişmanım.
Mukadderat, çok eğlenceli; hem ana akım hem de sanat sinemasına hitap eden dili oldukça kıymetli bir film. Belki Türk sinemasında Kibar Feyzo’dan ve Selvi Boylum Al Yazmalım’dan ahenk ve mutluluk olarak etkilenmiştir, ya da aynı mayadan hamurlanmıştır diyebiliriz.
Nadim Güç, böylesine ince işçilikle derinlikli işlenmiş senaryonun katmanlarını iyi mütalaa etmiş. Filmin gereksiz bir sahnesi bile yoktu. O kadar incelikli ve müşahhastı. Doğru söylemek gerekirse ender görülen bir işe imza atılmış. Başta yönetmeni Nadim Güç’ü ve senaristi Erdi Işık’ı kutlarım.

Başkarakterimizin kocası öldükten sonra ilk defa yalnızlık ve yaşlılık yıllarının dayanılmaz acılı pençesine düşen Sultan’ın, yeniden hayata tutunma metaneti ve sabrını gösterme hikâyesi diyebiliriz.

Okumuş kadın, okumamış gelin—daha doğru bir ifadeyle kadının cennetten bugüne dek yazgısına odaklanıyoruz. Metaforik göndermeler ve bugünkü durum iyi analiz edilmiş. Refik karakteri bilgiç olarak takdim edilmiş. Artık evlenmeyi geçmişte bırakmış, hayatının tadını memleketinde çıkaran birisi. Sultan’a akıl hocalığı görevi üstlenmek ise biricik vazifesi. Refik tıpkı Almanya’daki Türk işçileri gibi yıllarca çalışıp didinmiş, bugün ülkesinde rahatını bulmaya çalışan bir tip.

Oğul Nevzat, okumuş Reyhan’a karşı eziklik psikolojisiyle yaşayan, kahvehane işleten yurdumun insanı. Onda Türkiye’nin vücut bulmuş halini görebiliriz. Ne kötü ne de iyi bir insan; aslında çok iyi biri. Babacan, ailenin derdini, tasasını yüklenen babayiğit biri Nevzat. Buna karşı okumamış, gençken evlenmiş gelin nüktedan, alaycı ve şen şakrak bir kadın.

Nevzat’ın oğlu Meriç hiç diyalogu olmamasına rağmen ekranda gördüğümüz, üniversite sınavında iyi puan almış, tercihlerin gelmesini beklerken yer alan karakter. Reyhan’ın kızını oynayan karakter ise dekolteli, İstanbul’un okumuş kesimini iyi yansıtan bir tip. Kız, algısal açıdan fazla açılmış olacak ki çöpçatanlık sitelerinde modern evlilik ağı kuruyor, anneannesine bile koca ayarlayacağını vaat ediyor.

Hanife karakteri geleneksel evliliğin çöpçatanlığını yaparken, Sultan kocasının kırkı çıkmadan ilk aradığı koca rolünde, Yılmaz Güney’in “Yol” filminden tanıdığımız Necmettin Çobanoğlu “Rüstem” karakterini canlandırıyor.

Nur Sürer’in adeta Sultan’a büründüğünü daha ilk sahneden gördük. Oyuncu tercihleri çok yerinde olduğu anlaşılıyor.

Kahvedeki bilindik dedikoduyu bir yana bırakırsak, erkek ile kadının serüvenini Sultan karakteri vesilesiyle ele alabiliriz. Kadın karakterlerinin hiçbirini tesettürlü veya dindar olarak görmesek de, ara ara Sultan’ın başını örtmesi metaforik bir selam gibiydi. Ben Mahsa Âmini olayına bir gönderme olarak algılamadım; belki başka bir şey de olabilir. En azından benim aklıma ilk gelen oydu.

Kutsal kitaplarda Adem ile Havva kıssasından metaforik olarak yararlanması güzeldi. Ancak bu film, emekçi kadınlara adandığı için, çalışmayan ancak ev işlerini yapan ev hanımlarını göz ardı etmesi üzücü oldu. Çünkü mesaj bilinçliydi: Sürekli mukadderat kelimesini oyuncuların ağzından işitmemiz, “dizini kırıp evde oturmak” ile “ayaklarının üzerinde duran kadınlar” söylemleri, günümüz kadın meselesi ve kadın-erkek sorununu masaya yatırmıştı. Reyhan’ın mirasta eşitliği savunması, Nevzat’ın oğlunun ve annesinin “namusumuza halel gelir” demesi gibi tüm meselelerin ana odağında geleneksel ile modernin çatışmasını gördük. Aslında film tam da bugünkü Türkiye konjonktürünü anlatıyordu; zamanına yaraşır bir yapım demek gerekir.

Sultan, ilk başlarda “koca koca” diye ortalıkta inlerken, finalde asıl sorunun çalışmamak olduğuna kanaat getiriyor. Ev kadınına düşmanca bir tavır getirip, çalışan kadını göklere çıkarılması, kadınlar arasında bir ayrılık gördüğümüzü hissettirdi.

Filmde “çalışan kadın ev hanımından üstündür” söylemine varmak işi yokuşa sürmek olur kanaatimce. Onun yanında cahil erkek tipolojisine zıt olarak Reyhan özelinde okuyan kadının sesi her sahnede gür çıkıyor; hakkını er ya da geç erkekten alıyor, erkekle eşit olduğuna dair mesaj veriyor. Tarla çorak da olsa erkek ve kadının kardeş payı yapmasını arzu ediyordu. Çünkü kadının erkekle eşit olması gerektiğini düşünüyor, ama her anlamda eşit olmasını savunuyordu.

Bu yanlış: Kadın her anlamda erkek ile eşit olamaz. O zaman kadının doğurganlık mevzusunu nereye koyacağız ya da kadın narinlik ve güzellik ölçüsünü nereye yerleştireceğiz? Şimdi “kadınlar erkeklerden güzeldir” diye erkeğin “ben kıskanıyorum” mu demesi gerekiyor? Böyle bir saçmalık olamaz bence.

Sultan’ın evinin üst katını pansiyona çevirmesi, pazarcılığa atılması gibi meselelerin ana odağında “kadının konumu” tartışması vardı. Cahil kadın “dizini kırıp evde oturur” derken, emekçi kadın “okur, çalışır” mesajını veriyordu.

Şimdi kadının evinde oturma mevzusu veya tesettür tamamen kadına yönelik bir korumadır. Kadın dekolteli olduğunda erkeklerin istemli veya istemsiz bakışına maruz kalacaktır. Kadın, erkekten zaten güzeldir; ancak güzelliğini sadece kocasına göstermekle mükelleftir. Eğer güzelliğini çıplaklığa vardırarak herkese gösterirse, o zaman podyum mankeninden ne farkı kalır?

Kadın iffeti bir kenara bırakıp manken mi olmak istiyor yoksa gerçekten kadın mı olmak istiyor? Tüm mesele burada yatıyor. Filmin ana düşüncesi bu.

İLGİLİ HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarlar

Aleyna
1 HABERLER
Emel Baykara
6 HABERLER
Fethi Kozak
30 HABERLER
Metin Arpacı
4 HABERLER

Popüler Haberler