Salı, Temmuz 22, 2025

Bornoz

Babam saçımı sürekli makineye vurduruyor. “Saçın tüm gücünü emiyor.” Evde, berberden çıkarsın, kafana şaplak. Kabak, koyim on tabak. İğrençliğin bini bir para. Ama Harun, isme bak. Harun diye fakir çocuk ismi mi olur? Değillerdi. O berberden çıkardı babasıyla, sanki babası yeni bir şey almış gibi yürürdü. Harun yeni bir şeydi. Mağazadan poşetlerle çıkan kadınla Harun’un babası arasında fark yok. Harun maldı. Harun, şimdi tam karşımdaydı. İstiklal Caddesi’nde kalabalığın arasında, şansa bak, karşılaştık. Cancım naber? “Cım cımlı geçmiş zaman” kiplerinden hoşlanmam Harun.

Cımlı geçmiş zaman: Bir süre sonra parayı bulup zengin olduğunuzda kullandığınız zaman takısı.

Bugün banyo yaparsam, salı günü gene yaparım, ama çarşamba akşamı dışarı çıkacağım, döndüğümde tekrar banyo yapmalıyım. Perşembe oraya gideceğim, cuma yapmasam olur ama cumartesi işten döndüğümde kesin yapmalıyım, akşam arkadaşlarla bir yerlerde otururuz. Pazar günü olmazsa olmaz, ertesi gün iş. Döndük başa. Bugün pazar. Dün arkadaşlarla çıktım diye banyo yaptım, ondan önce çarşamba, yaptım. Perşembe akşamı da yapmıştım. Pazartesi yorgundum diye yapıyorum. Hayat benim için bu Harun, aynı nehirde iki defa yıkanamazsın. Ben kitap arasında Zagor okuyordum. Ablam Zagor arası Lenin okuyordu. “Orak-çekiçli ilah Lenin” diye diğer ablam takılırdı. Bi’ atari almadılar. Dokuz yaşında çocuğun kafasındakilere bak. Olsun, Harun morardı.

İrkildi. Yırtık montuma bakıp, “Çok da değişmiş görünmüyorsun,” dedi, mavi gözleriyle yanımızdan geçen kadının götüne bakarken. Benle konuşurken bana bak mavi gözlü. Sağ elini sol omzuma koyup neler yaptığımı sordu. “Müzikle ilgileniyorum,” dediğimde birden sanki beni müzisyen yapmış gibi, “Senin hep böyle bir damarın olduğunu biliyordum,” dedi ama bildiğin gibi değil Harun, karanlık, loş ışıklı kafelere gidip içiyorum, müzikle alakam bu. Sen neler yapıyorsun? Öğretmen oldun demek. İnsan bi yaştan sonra ne oldum değil, ne oluyor lan demeli! Bir zamanlar benim saçımı kontrol ediyorlardı, şimdi ben onların saçını kontrol ediyorum. “Doğruyu söyle,” dedi gülerek, “bit kontrolünde hiç kafana vuruldu mu?” İşte o an kafama vurdum. Bit taraması günü…

Bit taraması günü

Öğretmen içeri girip herkesin başını sıraya koymasını istedi. Herkes kafasını sıraya koydu. “Çocuklar; kafasına kalemle dokunduğum öğretmenler odasına gitsin.’’ Bit taraması. Teneffüste yan sınıftaki kız söylemişti. Kızın adını hatırlamıyorum. Önemli değil. Önemli değilmiş, kimi kandırıyorsun Can. Dilimin ucunda, lütfen yardım et sevgili beynim. Söz, eve gider gitmez kitap okuyacağım. Hafize, evet Hafize; kızın adı Hafize’ydi. Teneffüste söyledi. Evlenmiştir, çocukları ve sarkan göğüsleri… Yüzümü ekşittim. Önde oturduğum için ilk bana uğradı hoca. Sağlam. Kısa boylu, sinsi çocuklar gibi masadan başımı kaldırıp kimlere vuracak diye izlemeye başladım. Bir de benim gibi kısa boylu, sinsi, yoksul çocukların fakir benleri vardır.

Fakir Beni: Kısa boylu, sinsi, afacan çocukların burun uçlarındaki kir tabakası.

Ayfer lösemiydi. Hiç saçı yok. Erkan’ın kafasına vurdu. Ebru’nun kafasına vurdu. Mehmet’in kafasına vurdu. Filiz’in kafasına vurdu. Ağlamıştı sonra Filiz. Celal’in kafasına vurdu. Ayfer lösemiydi. Harun’un saçını sevdi. Dayanamadım kalktım, “Adam kayırmayın hocam.” Karatahtanın önünde bekledim. Kafasına vurduğu arkadaşlar birkaç gün okula gelmediler.

Harun bu olayı da hatırlamış olacak ki yüzü düştü. İntikam almak için bir içki ısmarla teklifinde bulundu. Ah İsa, bunu kabul etmemeliydin. “Bu bir tuzak,” diye seslendi beynim. Şurada bi’ yer biliyorum, hoşlanacağın tarzda çalıyor,” diye sürükledi beni ve kılıcını çekip davet etti. Çetinkaya mağazasından içeri girerek kahkaha attı. Başımı önüme eğip, “Hatırladın değil mi İsa o günü!”

O gün ya da bornoz meselesi: Bin dokuz yüz seksen beş. Evde sünnetimizden sonraki en önemli gün. Ablam, toprak rengi bir bornoz almıştı. Odanın ortasında ailece baktık. Ablamlar sırayla denedi. Gelinlik giyinmişler gibi dönüyorlardı. Annem kapının önüne çıkıp karşı komşuyu çağırmıştı.

Kış ayları, kar yağıyordu. Veli toplantısı. Garip babam, hayatında ilk defa bir davete iştirak ediyordu. Gece tıraş oldu. Ayakkabısını bana sildirdi. Babam bornozla okula gitmiş. Şık. Yeni. Tıraşlı. Kaytan. Karda yürüyüp izini belli etmemiş. Kurt. Ropdöşambır. Asil. Şehit Kubilay’da okuyorum. Galatasaray Lisesi velisi babam! Üstelik toplantıda sürekli elleri bornozun cebinde, ayakta durmuş. Kapı çaldı. Hepimiz kapıya koştuk, babam üzerinde bornozla, önce ayağındaki karları silkeledi, sonra sırtını dönüp anneme bornozu çıkarttıracaktı. Annem, babamın havasını aldı, veresiye defterini uzattı, bakkala gidip ekmek almasını söyledi.

O günden sonra, devletin okullardaki fakir öğrenciler için yaptığı kıyafet yardımı listesinin başında hep ben vardım. Doktoraya kadar devam etti. Allah belanızı versin. Çetinkaya mağazasına gelirdik. Farklı okullardan fakir öğrencilerle bir araya gelip tanışma çayı gibi. Harun’a dik dik baktım.

isa Balcı
isa Balcı
Küçük hikâyelerin büyük izler bıraktığına inanan bir anlatıcı. Anıların, çekyatların ve suskunlukların dilinden konuşur. Kalemini, çocukluk kışlarına, kırık döşemelere ve aile sırlarına daldırır. Gerçekten ilham alan kurgularla, geçmişin sessizliğini bugünün kelimelerine dönüştürür.
DİĞER HABERLER

en çok okunanlar